Sinema Arkeolojisi

Hamsun, Dinamo ve bir yazarın Hitler hayranlığı

Önder Özdemir

Hayat öyküsünü, suçlarını bilmediğimiz edebiyatçıların gerçek öyküsünü öğrenince eserlerine karşı tutumumuz ne olmalı?

Kitaplarını beğenerek okuduğunuz bir edebiyatçının Hitler hayranı olduğunu, ülkesini işgal eden Nazi ordusunu desteklediğini, işgale direnenlere “silah bırakın” diye gazeteye ilan verdiğini, savaştan sonra yargılanırken dahi yaptıklarını savunduğunu, “inançlı” bir faşist olduğunu öğrenseniz ne yapardınız?

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Norveçli yazar Knut Hamsun’dan bahsediyorum. Ben de onun bir faşist olduğunu bilmeden önce kitaplarını beğenerek okuyanlardandım.

Ben, Knut Hamsun’u Hasan İzzetin Dinamo aracılığı ile öğrendim.

Hasan İzzetin Dinamo daha çok 8 ciltlik romanı Kutsal İsyan ile tanınır. Ben ise iki ilginç kitabı aracılığıyla tanıdım bu yazarı. 1980 yılında yayınlanan Açlık ile 1981 yılında yayınlanan Türk Kelebeği romanlarını 1984’te okumuştum.

Yazarın Türk Kelebeği romanını okuduğumda hem başlığı hem konunun işleniş tarzını şaşırtıcı bulmuştum. Neden kitabın adının Türk Kelebeği olduğunu ilk önce anlamamıştım. Kitapta Orta Amerika’da Fransız Guyanası’na silah kaçakçılığı suçu nedeni ile mahkûm olarak gönderilen bir Türk, Mehmet Ali Kayen’in serüvenleri anlatılıyordu. Aynı şekilde Açlık romanı da oldukça farklı idi. Yazar romanda, kahramanın 1928 yılı Türkiye’sinde açlıkla mücadelesini sürükleyici bir dille anlatmıştı.

Daha sonra Henri Charrière’nin “Kelebek” (Papillon) ve Knut Hamsun’un “Açlık” (Sult) romanlarını okuduğumda anladım ki Hasan İzzettin Dinamo bilerek ve isteyerek bu iki ünlü romanı “Türkleştirme”yi tercih etmiş. Yazar bir dönem Türkçe pop şarkılarında ‘aranjman’ adı altında yapılanı edebiyatta da yapmış görünüyordu.[1] Ancak Hasan İzzettin Dinamo’nun yaptığı  basitçe bir intihal, bir hırsızlık mıdır? Yoksa yazarın yaptığına, dönemin zorlu ekonomik koşullarında kalemi ile para kazanmak için giriştiği masum bir çaba mıdır?[2]

Böylece Hasan İzzetin Dinamo aracılığı ile Nobel ödüllü Norveçli yazar Knut Hamsun’un kitapları ile tanıştım.

Sonra Hamsun’un Hitler hayranı bir faşist olduğunu,

Hitler Norveç’i işgal ettiğinde, faşist işgale direnenlere “silah bırakın, direnmeyin!” dediğini,

Nobel Edebiyat Ödülü’nü Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels’e hediye ettiğini,

Hamsun’un eşi Marie’nin, Almanya’da şehir şehir dolaşarak okuma toplantılarında Hitler propagandası yaptığını öğrendiğimde şaşırmıştım.

Bir edebiyatçı, bir yazar insanlık suçunu açıkça desteklemişse ona okuyucunun vereceği tepki ne olmalıdır?

Aşağıdaki anlatılan öykü, yaşıyorken bir yazara verilecek belki de en güzel tepkilerden birisi değil midir?

Bir sabah, genç bir Norveçli, elindeki Hamsun kitabını yazarın evinin önüne bırakıp sessizce uzaklaşır. Bir süre sonra biri daha kitap bırakır aynı yere. Sonra biri daha, biri daha, biri daha… Oslolular ellerindeki Hamsun kitaplarını yığarlar yazarın kapısının önüne. Ne bir arbede yaşanır, ne de kötü bir laf edilir. Kırgın Norveçliler kitapları sessizce bırakıp dağılırlar. Adeta kendi kitaplarından bir dağ oluşur Hamsun’un bahçesinde. Bu zarif tepki, doksan küsur yaşındaki yazara ömrünün en acı dersini verir. Pişman, mutsuz ve utanç içinde yumar hayata gözlerini…[3]

İsveçli yönetmen Jan Troell’in 1996 yapımı “Hamsun” filmini izlemelisiniz. Film, ihtiyar Hamsun bahçesinde dolaşırken küçük bir kızın “Siz Knut Hamsun musunuz? Annem sizin gibi bir hainin kitabını okumayacağımızı söyledi. Bu nedenle size iade ediyoruz” dediği sahne ile başlar.

Filmde bir Nazi hayranı olarak Hamsun portresi gösterilir.

Hamsun’un Hitler’le buluşması, Nazileri desteklemesini İngilizleri kibirli olmalarına bağlaması, evinde Nazi yöneticilerine verilen davetler, savaş sonrasında yargılanması sırasında hala yaptıklarını savunmasını filmi izlerken göreceksiniz. Aynı zamanda faşizmin köklerinin aslında çok daha derinlerde olduğunu da göreceksiniz.

Hamsun’un hayat hikâyesini öğrendikten sonra Hamsun’un kitaplarını eskisi gibi okumak içimden gelmedi.

“Hamsun” filmini izledikten sonra yanıtını kolayca veremediğim şu soruları sordum kendime:

Hayat öyküsünü, suçlarını bilmediğimiz edebiyatçıların gerçek öyküsünü öğrenince eserlerine karşı tutumumuz ne olmalı?

Okur, tüm yazarların hayat öykülerinin ayrıntılarını öğrenmekle yükümlü müdür?

Öğrenmişse bunu yaymakla, daha çok insanın öğrenmesi konusunda yükümlülüğü var mıdır?

“Eser yaratıldıktan sonra, yazarla ilgisi kalmaz, artık okurundur!” demeli miyiz?

Siz ne dersiniz?

Dipnotlar:

[1] Türkiye’de 1960’lı, 70’li yıllarda “aranjman” adı altında yabancı dildeki şarkılara Türkçe söz yazılarak ilginç bir müzik türü ortaya çıkmıştı. Hasan İzzettin Dinamo’nun müzikteki aranjmanın roman versiyonunu denemiş olduğunu fark ettim.

[2] Ekonomik olarak zor dönemler yaşayan yazar Kemal Tahir de bir dönem popüler olan Mayk Hammer kitaplarını önce çevirmiş sonra da   4 tanesini de kendisi kurgulayıp yazmıştır.

[3] Zülfü Livaneli, Edebiyat Mutluluktur, s.244

Başa dön tuşu