Ken Loach ile Ropörtaj (2013)
Nisan 2013 tarihinde İşçi Filmleri Festivali adına festival ekibinden Mahmut Hamsici Ken Loach ile bir ropörtaj yaptı. Hem video hem de yazılı olarak bu ropörtajı sizinle paylaşıyoruz.
“Geciktiğim için çok özür dilerim!” Yapımcı şirketi Sixteen Films’in Londra merkezinde yer alan Soho’daki ofisinde, kendisiyle buluşmak için sözleştiğimiz saatin üzerinden sadece beş altı dakika geçmiş. Ama Ken Loach yavaş adımlarla odaya girip ünlü samimi gülümsemesiyle selamını verdiğinde ağzından çıkan ilk cümle bu oluyor. Göstermelik olmayan bu nezaketinin yanında alçak gönüllüğüyle, tevazusuyla ve tutturduğu gönül diliyle söyleşiyi bir hoş sohbet havasına sokuyor.
Sohbetimiz, neden işçilerin, ezilenlerin, sıradan insanların hikâyelerini anlatmayı tercih ettiğiyle başlıyor. ‘İşçi sınıfı kökenli bir aileden geldiğini, 1960’lardaki ilk işlerinde de benzer köklerden gelen insanlarla birlikte çalıştığını, yaşamının baştan beri kendisi için önemli olduğunu’ söylüyor.
‘Bunun sadece politik bir şey olmadığını belirtip aynı zamanda sosyal anlamda belgeleme işi olduğunu’ belirtiyor. “Yaşamları kayıt altına almak önemli” diyor ve ekliyor: “Bu kayıtlar bize insanlık hakkında fikir veriyor. Sıradan insanların yaşamlarını, nasıl âşık olduklarını, nasıl ebeveyn olduklarını, nasıl çocukları olduğunu vs… anlatıyor. Bu, sanatsal, estetik olarak da çok önemli bir uğraş.”
Loach, genel olarak İngiliz sanatında, özel olarak da edebiyatında sıradan insanların ve modern dönemlerde de işçi sınıfı mensuplarının yaşamlarını anlatma konusunda önemli bir gelenek olduğunu belirtip kendisinin bu gelenekten de etkilendiğini aktarıyor: “Sürrealizmde, varoluşçulukta ya da benzer akımlarda çok iyi değilizdir ama gerçeği ve hayatı tasvir etme konusunda fena sayılmayız. Bu, edebiyat dışında plastik sanatlarda da böyledir, sinemada da böyle.”
‘Her filmin politik bağlamı vardır’
Peki bu sanat geleneğinin politikayla ilişkisi nasıl olmalı? “Bu, politikayı nasıl tanımladığınıza göre değişir” diye başladığı cümlesini şöyle sürdürüyor: “Politikayı mevcut partiler arasında mücadele ve parlamentoyla da tanımlayabilirsiniz ama daha geniş anlamda, insanların birlikte yaşama yolu olarak da. Eğer ikincisi gibi tanımlarsanız her yaptığınız filmin bir politik bağlamı vardır. Dolayısıyla politika, isteseniz de istemeseniz de anlatmak istediğiniz hikâyenizle ve karakterlerinizle filme yayılır. Ama bazı filmler, benim yaptıklarım gibi olanlar, politikayla çok daha belirgin bir ilişki kurar. Ama politik karakterler ve dertler sanatta da hep önemli olmuştur. Örneğin Shakespeare’e bakın, orada da birçok politik karakter ve politik mesele görürsünüz.” Bu cümlenin ardından bir ek geliyor: “Filmler için kamu faydasını düşünmek son derece meşrudur!”
Diyoruz ki Türkiye’de kendisinin vereceği öğütleri dinlemek isteyecek birçok genç sinemacı var. Bu duruma çok seviniyor ama cevabına gülerek giriyor: “Bence işe fazla nasihat dinlemeyerek başlamak lazım.” Cevabının devamında bu tavrını açıyor: “Ben 1950’lerin İtalyan filmlerinden, 1960’ların Çek filmlerin ilham aldım. Bence herkes kendi ilham alacağı şeyleri bulmalı çünkü işe önce birilerinin filmlerinden kopya çekerek başlarsınız sonra kendi çizginizi yaratırsınız. Sonunda gerçekten önemli bulduğunuz hikâyeyi, kendi estetiğinizi de yaratarak anlatmalısınız.”
’45 Ruhu’nda kamuculuğun işlediğini gördük’
Ken Loach, festivalin de açılış filmi olan ’45 Ruhu’nda savaştan yıkımla çıkmış İngiltere’nin, İşçi Partisi hükümeti tarafından yeniden kuruluşunu anlatıyor. O yeniden kuruluştaki kamucu anlayışa vurgu yapıyor.
Neden şimdi böyle bir film yapma ve belgesele dönme ihtiyacı duymuş? Cevap son derece ‘politik’: “İkinci Dünya Savaşı sonrasında burada gerçekten çok özel bir dönem yaşadık. Bu kısa dönemde işçi sınıfı birçok ilerleme kaydetti. Bir kamu sağlığı sistemi kurduk, ulaşımdan enerjiye birçok alanda kamulaştırma yaptık. Özel mülkiyet değil kamuya ait yapılar kurduk. Hâlâ işyerlerinde demokrasi yoktu ve bu yapılar özel bir şirket gibi çalışıyordu ama diğer yandan bunların sahibi bizdik. İnsanlar bunun yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu düşündü. Kamu anlayışıyla hedeflere ulaşıldı. Şimdiyse bize her şeyin sadece özel şirketlerle, sermayeyle yürütülebileceği söyleniyor. Bunun böyle olmadığını gösteren bir dönem yaşadık ve birçok şey daha iyi işliyordu. Ben de filmde bunu hatırlatmak istedim.”
‘Sosyal demokrasi başarısızlığa uğradı’
O zaman bizim de son sorumuz epey ‘politik’ oluyor. “İkinci dünya savaşının sosyal devlet, refah anlayışına günümüz kapitalizminin sınırları içinde geri dönmek mümkün mü?” “İşte bu konu çok önemli” diye başlayan cümlede sosyalizme vurgu var: “Bugünkü kapitalizmle bu imkânsız. 60 yıl sonra günümüz kapitalizminde karma ekonomiye yer yok. Bunu savunan sosyal demokrasi de başarısızlığa uğradı. Bu yüzden sosyalist bir alternatif oluşturmalıyız. Kamu mülkiyeti üzerine kurulu sosyalist ekonomiye yönelmeliyiz. Bugün kapitalizm başarısızlığa uğradı. Düşünebiliyor musunuz? Bankaları yönetemeyen bir kapitalizmle karşı karşıyız!”
‘Güvencesizlik meselesi önemli’
Bize ayrılan süre bitiyor. Bu kez Loach sorular soruyor ve onun soruları doğrultusunda kendisine festivalle, DİSK’le ve Dev Sağlık-İş’le ilgili kısa bilgiler veriyoruz. Güvencesiz çalışma sisteminin üzerine gitmenin ne kadar önemli olduğunu söylüyor. İtalya’daki Torino Film Festivali’nin sol gözüktüğü halde güvencesiz işçi çalıştırdığını öğrenmesinin kendisini hayrete düşürdüğünü, bu yüzden geçen yıl oradan gelen ödülü reddettiğini belirtiyor.
İngiltere’de bugünlerde Left Unity (Sol Birlik) adlı bir kampanya var. Loach’un en önemli çağrıcılarından olduğu kampanya kapsamında İşçi Partisi’nden bağımsız bir sol parti kurulması hedefleniyor. Loach da bize çalışmalarla ilgili ayaküstü propaganda yapmayı ihmal etmiyor!
Odadan çıkarken fotoğrafları çeken Yasemin Karslı’ya “Eşyalarını taşımaya yardım ister misin” demeyi de “Çay, kahve bir şeyler içer misiniz” diye sormayı da ihmal etmiyor. Vedalaşmamızdan sonra yine aynı gülümsemesiyle usul, usul odadan çıkıyor. Yaş 76. Ama onun için daha çevrilecek filmler ve verilecek bir siyasi mücadele var.
Söyleşi: Uluslararası İşçi Filmleri Festivali/Mahmut Hamsici
Fotoğraflar: Yasemin Karslı