İzmir Sinemacı Cemil Bey ile Tanışıyor
Kurtuluş Savaşı bitmiş, İstanbul kurtarılmıştır. Sinemacılığı artık meslek olarak seçen Cemil Bey, yeni bir teşebbüs için fırsat aramaktadır. Sinemaların boş durduğunu, çalıştırılmadığını öğrendiği İzmir aradığı fırsatı sağlayacak şehir olacaktır. Yanına daha önce çekimlerinde çalıştığı Binnaz ve Mürebbiye filmlerinin kopyalarını alarak yola çıkar. Bir de İzmir’deki başarının anahtarını sağlayacak bir kısa filmi ekler bunlara: “Refet Paşa’nın İstanbul’a girişi.” Milli heyecan aylarca sinemannın tıklım tıklım dolmasını sağlayacaktır. Kısa bir sürede işleri yoluna koyan Cemil Bey, kapısında koca bir kilit, kapalı duran Tan Sineması’nı işletmeye açar. Sinemanın adını niçin değiştirdiğini şöyle anlatıyor: “O yıllarda heyecanla hatırlanan, büyük ilgi merkezi Ankara’nın adını sinemaya verdim.” İşletmecilik işini büyüttükçe büyütür Cemil Bey. Kordon, Göztepe ve Karşıyaka’da yedi sinemaya kadar varır işlettiği salonların sayısı. Bunların hepsi kapalı sinemalardır. İzmir’in yaz memleketi olduğunu düşünüp bunlara bir de bahçe sineması ekler. Artık kentin tartışılmaz en büyük sinemacısı olmuştur.
Sinemanın artık bir “sinomani” haline geldiğini gören Cemil Bey, işi kaynağından çözmeye karar verir. Önce İstanbul’da bir büro tutar. Ardından Avrupa film piyasasının merkezi Viyana’ya giderek yüzlerce film seyreder. Bunların onunu satın alarak Türkiye’ye getirir ve dağıtımına başlar. İşler yine iyi gitmektedir. Ancak İzmir’den hoş olmayan haberler gelir. Sinemaların başına koyduğu ağabeyi bu işi becerememiştir. Yazıhaneyi kapatıp İzmir’e döner. Durumu beğenmez. Millet de sessiz filmden bıkmıştır. Bir yol bulması gerekmektedir. Reklam işine hız verir. Telgraflar hazırlıyor, rehberden seçme adresler buluyor ve herkese şu haberi iletiyor:
“Kağıdı ateşe tutunuz. Hakkınızda hayırlı bir haber göreceksiniz!” Bu ibarenin altına limon suyu ile şunları yazıyor: “Pazartesi günü Lale Sineması’nda beni mutlaka görünüz.
İmza:
Bağdat Hırsızı.’
Bağdat Hırsızı, o yılların ünlü filmlerinden biri idi. Bu telgraflar şehri bir anda ayağa kaldırır, sinemanın önünde o gün trafik tıkanır.
Her hafta film değiştiği için yeni bir reklam yapmak zorunda kalır. Bir seferinde de, bir çuvaldan kukla yaptırarak sinemanın kapısı üzerine astırır. Gazetelere de şöyle bir ilan verir: “Hristomos’un öldüğünü söylemişlerdi. Hayır ölmemiş. Yarın Lale Sineması’nın önüne asılacaktır. Görünüz!” Bu haber üzerine bütün halk sinemanın önüne birikiyor, polisler geliyor, itfaiye erleri kapı üzerindeki kuklayı indiriyorlar, bu vesile ile reklam da yapılmış oluyor … Bir ara yine reklam için İstanbul’dan Hafız Burhan’ı getirtip konser verdirirler. Ardından Macaristan’a giderek oradan bir revü getirirler. Bir ay süreyle ücretlere zam yaparak bu gösteriyi de sunarlar ve sinema bir ay tıka basa dolar.
Bu çalışmalar sonunda kötü günler yerini iyilerine bırakacak, Cemil Filmer, Lale Filmin sahibi olarak İzmir’de, İstanbul’da, hatta Paris’te birçok sinema salonunu başarıyla işletecektir. Başarısının sırrını çok çalışmasına, kendine güvene ve iyi reklam yapmaya bağlayarak…
FOTO: Bu foto benim “Aile Boyu Sinema” kitabıma da kapak olmuştu. Cemil Filmer ve kardeşi Tevfik açılışı yaptıkları sinemanın önündeler. Gri yelekli olan Cemil Bey. Tevfik’in elinde filmin kopyası var. Öte yanda kahveci de poz vermiş. Üzerinde sinemanın açılış tarihi el yazısıyla not edilmiş. Bizzat Cemil beyden almıştım bu fotoğrafı.
Gökhan Akçura
Ceni Filmler’in ‘Hatıralar:Türk Sinemasında 65 yıl’ kitabını okumak için buraya tıklayınız.