Sinematek/Sinema Evi ve Filmkoop beraber 2022 yılı başından bu yana Pazar günleri anlamlı bir sinema etkinliğine imza atıyorlar. Bu etkinlik kapsamında son zamanlarda çekilmiş, üzerinde konuşulmaya değer olan, özgünlükler taşıyan ve yeterince vizyon olanağı bulamamış bağımsız filmler seyirciyle buluşuyor. Filmin gösterimi sonrasında filmin ekibi ile Filmkoop’tan bir yönetmenin moderatörlüğünde söyleşi gerçekleştiriliyor. Bu söyleşiler katılımcılar ve filmin yönetmeni için oldukça verimli, öğretici oluyor.
Beni Sevenler Listesi (Emre Erdoğdu), Ceviz Ağacı (Faysal Sosyal), Gölgeler İçinde (Erdem Tepegöz), Kerr (Tayfun Pirselimoğlu), Karanlık Gece (Özcan Alper), Aşk Mark Ölüm (Cem Kaya), Diyalog (Ali Tansu Turhan), Turna Misali (Eren Danışman Boz) ve Crossroads (Mahmut Fazıl Coşkun) bu kapsamda gösterilen 30 adet filmden sadece bazıları.
12 Mart 2023 Pazar günü ise Hilal, Feza ve Diğer Gezegenler filmi bu etkinlik kapsamında gösterildi. Yönetmen Kutluğ Ataman ve yapımcı Zeynep Atakan ile Serkan Acar moderatörlüğünde bir söyleşi gerçekleştirildi.
Öncelikle söylemeliyim ki, bu filmin Filmkoop gösterim programına alınması doğru bir karardı. Film seyirciye ulaşamamıştı. Türkiye’de akıllı telefonla çekilen bağımsız bir filmdi. Üzerinde konuşulmayı hak ediyordu. İyi ki gösterildi. Kadıköy Sinematek/Sinema Evi salonu doluydu. Fakat, söyleşi bölümünde, bu kadar tartışmalı bir yönetmenin son filmi üzerine çok fazla soru geleceğini düşünürken, sadece beş adet soru sorulmuş olması beni oldukça şaşırttı.
Hilal, Feza ve Diğer Gezegenler iPhone ile çekilmiş, 12. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde, 22 Kasım 2022 tarihinde ilk kez seyirciye ulaşmış. Filmi başka hiçbir platform ve festival henüz programına kabul etmemiş.
Film, başörtülü öğrencilerin ve trans bireylerin 28 Şubat 1997 döneminde yaşadıkları hak ihlallerini, yani yakın dönem siyasi aktörlerini doğrudan ilgilendiren politik bir konuyu işliyor. Yönetmen filminde, başörtülü tıp fakültesi öğrenci Hilal ve trans birey Feza’nın yaşadıkları üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin 28 Şubat dönemini görmüş ve göstermeye çalışmış.
Filmde bazı karakterlerin karikatürleştirildiğini düşünüyorum. Örneğin Ankara Sincan’da yaşadığı anlaşılan Hilal’in ailesinin tankların geçişinin göründüğü televizyon haberi sahnesindeki anne ve baba diyaloğu, Hilal’in nişanlısından ayrıldıktan sonra annesi ile yürüttüğü diyalog gerçekçilikten uzak geldi bana. Filmin ilk dakikalarında neredeyse bir dönemin İslami TV kanallarının müsamere tadındaki filmlerini hatırlatan bir film izlediğimi düşündüm. Ancak bir süre sonra filmin, transların hayatına nüfuz ettiği noktada, seyircinin ilgisini çekmeyi başardığı söylenebilir.
Ancak tüm bu öğeler dışında, film bittikten sonra beni asıl düşündüren, filmde sinema dili aracılığıyla ‘söylenenler ve söylenmeyenler’ oldu.
Filmde Söylenmeyenler
Ataman elbette söyleyecek bir sözü olduğu için politik bir film yapmış ve elbette bir filmde her şeyi söylemesi beklenemez. Yönetmenin anlattıklarının odaklandığı dönem ile sınırlı kalması bir yere kadar anlaşılabilir. Ama bazı dönemler vardır ki, bağlamından koparıldığında yanlış sonuçlara ulaşmanıza neden olur. Bu filmde de filmin aktardığı sorunun devam ettiğine, o dönemle sınırlı kalmadığına dair bir işaret, bir söz bekliyor insan.
Başörtülü öğrencilerin okuma haklarının ellerinden alınması, ikna odaları ve transların çektiği eziyetleri temsil eden doktor, polis ve akademisyenleri görüyoruz. Bu kişiler başörtülülere ve trans bireylere kötülükler yapan kötü bireyler olarak temsil ediliyorlar. Bunun o dönemin hükümetinin, devleti o dönem yönetenlerin politikası olduğuysa filmde söylenmiyor.
1980’lerin sonunda İstanbul’da Pürtelaş Sokak’ta sadece translar ve öğrencilerin kalabildiği zamanlarda, ben de bir üniversite öğrencisi olarak aynı sokakta transların komşusu idim. Filmi izlerken trans karakterlerin anlatımı keşke daha fazla derinleşse diye düşündüm. Özellikle karakolda demir parmaklıklar arkasında gürültücü bir topluluk görüyoruz. Tam da o zamanki yönetenlerin trans bireylere dair vermek istediği algıyı besleyen bu tür sahnelerin filme neden dahil edildiğini anlayamadım.
Gelelim filmde söylenmeyenlerin Türkiye’nin bugünüyle ilişkilenen tarafına. Filmde öyküsü anlatılan Hilal karakterinin AKP rejimi sırasında nasıl bir hayat sürdüğünü merak ediyoruz. Acaba öğrencilik döneminde kendisi ile omuz omuza mücadele eden solcu arkadaşları AKP rejiminde KHK ile işlerinden atılırken, hapislere giderken Hilal nasıl davrandı? Acaba kadınlar her gün erkekler tarafından öldürülürken nasıl bir tutum takındı? Çocuklar kuran kurslarında tacize, tecavüze uğrarken nasıl davrandı? Acaba LGBTİ+ hakları yok edildiğinde, onur yürüyüşlerinin en sert şekilde engellendiğini gördüğünde ne dedi?
Acaba AKP döneminde, kadın kimlik kartı -pembe cüzdan- almak isteyen transların değerlendirme komitesinde Hilal de doktor olarak bulundu mu? Bunları merak ediyoruz. Filmde bunlar hakkında bir şey söylenmiyor. Çünkü film sadece 28 Şubat döneminin iktidarında olup bitenle ilgileniyor.
Yönetmen keşke bu filmi bugünkü iktidarın yaptıkları eziyetleri de gösterecek şekilde yapmış olsaydı; ikna odalarını yapan zihniyetin, zorbanın, bugün başka bir giysiyle karşımızda durduğunu gösterseydi işte bu cesurca olurdu.
Mevcut iktidarın politika malzemesi olarak kullanabileceği bir mevzuyu, film yapıldığı zamanda baskılar hala sürerken, AKP hükümetini muaf tutarak ele alması[1] gibi nedenlerle de bu filmin birçok noktada oldukça sığ, eksik ve yetersiz olduğunu düşünüyorum.
Söyleşide söylenmeyenler
Moderatör Serkan Acar’ın bu filmi neden yapmaya karar verdiniz? sorusuna Kutluğ Ataman “Bellek, hafıza sorunumuz var. Bu nedenle bu filmle bir dönemi, unutulmasın diye anlatmak istedim” şeklinde yanıt verdi. Söyleşide izleyiciler tarafındansa beş adet soru soruldu.
Birinci soru “Filmin girişindeki bir cümlelik yazıdan 1997 yılının 28 Şubat’ından önce Türkiye’de hak ihlalleri ve eziyetler olmadığı anlamı çıkıyor. Bu yazıyı neden koydunuz?” şeklindeydi.
Yönetmen ise “çeviri hatasından yanlış anlaşılabiliyor” anlamına gelen bir yanıt verdi. Oysa soru filmin başında görünen Türkçe metin kast edilerek sorulmuştu. Kutluğ Ataman bu soruya aslında yanıt vermedi.
İkinci soru benim tarafımdan soruldu. Soru şu şekilde idi: “22 yaşımdaki kızım iyi bir film izleyicisidir. Birbirimize sık sık film önerilerinde bulunuruz. Bazen sinema klasiklerinden filmler önermemi ister. Türkiye doğumlu Elia Kazan’ın Rıhtımlar Üzerinde, Viva Zapata gibi önemli filmleri var. Ancak 1947-1960 yılları arasında ABD yönetimi, solcu-demokrat tüm sinemacıların cadı avına çıkmış ve sinemacıları arkadaşlarını ihbar etmeye zorlamıştır. Yönetmen ve oyuncular üzerinden o zamanın baskıcı ABD devleti kamuoyunda algı operasyonu yürütmüştür. Elia Kazan ise 1952 yılında arkadaşlarını ihbar etmiş, bununla kalmayıp NY Times gazetesine ilan vermiş.[2] Bu yaptıklarından dolayı birçok meslektaşı çok zor yıllar yaşamış. 1999 yılında, Akademi Ödülleri’nde kendisine Yaşam Boyu Onur Ödülü verilirken bazı sinemacılar, onu affetmeyerek törende protesto ettiler. Çünkü Elia Kazan öldüğü 2003 yılına kadar hiç özür dilemedi ve hatasını kabul etmedi.[3] Bu yönetmenin zorba iktidarı aklaması, arkadaşlarına ihaneti ile yaptığı filmler arasında ilişki nasıl kurulmalı? Kızıma Elia Kazan’ı nasıl önermeliyim?” Aslında bu sorum aynı zamanda dolaylı olarak yönetmenin son yıllarda tepkiler çeken kişisel duruşuna, yaptıklarından dolayı özeleştiri vermemesine de gönderme yapmak amacıyla sorulmuştu.
Kutluğ Ataman bu soruya şu şekilde yanıt verdi: ‘yönetmenin yaptıkları ile filmi tamamen ayrıştırılarak değerlendirilmeli. Ben UCLA’da [4] sinema okurken Yahudi hocalarım Hitlerin propaganda yönetmeni Riefenstahl’ın filmlerini tüm ayrıntıları ile bizlere öğretiyordu.’
Birkaç örnek daha vererek bu görüşünü güçlendirmeye çalıştı ama kendi üzerine alınmadan yanıt verdi.
Burada söylemediği en önemli şey ABD’de UCLA’daki hocalarının Riefenstahl’in aynı zamanda Hitler döneminde yaptığı kötülüklerin bilgisini de verdikleridir. UCLA’daki hocalarının ‘siz iyi yönetmen olun ama Riefenstahl gibi iktidarın propaganda makinesi olmayın’ demiş olmalarını beklerim. Tabi Kutluğ Ataman söyleşide bunu söylemedi.
Üçüncü soru tamamen teknik idi. İkna odası sahnesinde kamera neden üniversite hocalarının arkasında idi ve neden Hilal’in etrafında döndü?
Yönetmen bu soruya ‘oda küçüktü, fiziki şartlar nedeni ile kamera orada idik. Kahramanın etrafında dönmesini etkili olsun diye bilerek seçtim’ dedi.
Dördüncü soru bu filmi platformlarda izleyebilecek miyiz? şeklinde idi. Bu soruyu yanıtlayan yapımcı Zeynep Atakan hiçbir platformun filmi kabul etmediğini söyledi. Beşincisi sorudan çok bir yorumdu. Sinema üzerine yıllar önce yapılan bir panelden aktarılan bir anekdotla başladı. Panelde konuşmacı olan Kültür Bakanlığı temsilcisi övünerek kültürel alanda yaptıkları iyi işleri anlattığını, eski Türkiye’deki sansürü bitirdiklerini, Türkiye’nin geçmişinden sıyrıldığını anlattığı uzun bir konuşma yapmış. Bir diğer panelist olan Ercan Kesal ise ‘bir ülke entelektüel bir çöle dönüştükten sonra sansürün ihtiyaç olmaktan çıkacağı, üretime dönük teşviklerin anlamsızlaşacağı’ mealinde ifadeler kullanmış. Son sözü alan katılımcı, bu anekdot üzerinden, ‘bugünkü durumumuzun toplumsal bir bağlamda ve 20 yıllık tarihsel süreci de kapsayacak şekilde değerlendirilmediğinde, iktidarla bu hesaplaşma içinde olunmadığında, anlamanın, anlamlandırmanın ve çıkış yolları üretebilmenin imkansızlığına vurgu yaptı. Türkiye tarihiyle hesaplaşırken bu 20 yılın da sorumlulukları sorgulanmak zorunda. Bunlar olurken üzerimize düşeni yaptık mı? Ben her gün bu soruyu sorarak aynaya bakıyorum. Herkes aynaya bakmalı.’ diyerek yorumunu tamamladı.
Kutluğ Ataman bu yorum üzerine hiçbir şey söylemedi. Sadece altı gün önce T24 sitesinde yayınlanan ‘Kutluğ Ataman: Artık benim için bu rejim o çizgiyi geçmiştir’ başlıklı röportajda ifade ettiği görüşlerini söyleşide uygun ortam olmasına rağmen tekrar etmedi.[5] Politik bir film yapan yönetmen olarak, söyleşide hükümete, bugün devleti yönetenlere yönelik bir eleştiride bulunmamayı tercih etti.
Geziciler ve Berlinale’de Kültür Bakanlığı protestosu yapan meslektaşları hakkında yakışıksız sosyal medya mesajları [6] ; daha dört yıl önce Cumhurbaşkanının doğum gününe giderek bir sanat eserini hediye etmesi [7], diğer ‘PR garnitürü’ sanatçılar ile poz verme konusu hiç sorulmadı. Bu durumu gösterime katılan seyircilerin olgunluğu ile açıklayabiliyorum.
Ve söyleşi kapanış konuşmaları ile sona erdi.
Son söz:
Kızıma hangi filmleri önermeliyim? soruma yönetmenden aldığım yanıt beni ikna etmedi.
Kızıma Elia Kazan filmlerini izlemelisin çünkü sinemayı bilen ve iyi filmler yapmış bir yönetmendir diyeceğim. Meslektaşlarına ihaneti sonrası yaptığı Rıhtımlar Üzerinde filminde ihanetine mazeretler oluşturduğunu düşünüyorum diyeceğim.
Ancak bu yönetmenin iktidara ve yönetenlere yakın durmayı tercih eden, onlara göz kırpan, pragmatik, onların propaganda malzemesini olmayı tercih eden birisi olduğunu da bil diyeceğim. Sanatçının ürünü yanında ahlaki duruşunu da önemse diyeceğim.
Riefenstahl’ı izlemek zaman kaybıdır. Gerekli olduğunu düşünüyorlarsa sinema öğrencileri izlesin. Çünkü o Hitler’in suç ortağıdır diyeceğim.
Böyle insanları daha iyi anlayabilmek için Istvan Zsabo’nun Mephisto filmini izlemeyi unutma kızım diyeceğim.
Kutluğ Ataman’ın Hilal, Feza ve Diğer Gezegenler filmini sorarsa: Ben bu filmi beğenmedim. Bugünle bağını kurmadan söylenenler eksik ve yanlış olmuş. Eziyet eden devletle hesaplaşmamış, aktörler değişse de devletin baskıcı yüzünün devam ettiğini göstermekten kaçınmış. Ama aynı yönetmenin 1999 yapımı Lola ve Bilidikid filmini izlemesini önereceğim. Yönetmenin cesurca yapılmış iyi bir filmi varsa, o da budur diyeceğim.
——————————————————————————–
DİPNOTLAR:
[1] Yönetmen söyleşide film için fon başvurusu yaptığında, Kültür Bakanlığı yetkililerinin ‘Başörtüsü meselesi iyi ama trans karakterini çıkarırsan fon veririz’ dediğini iletti. Ataman bu teklifi kabul etmeyerek kendisini taviz vermez kişiliğini göstermeye çalışıyordu. Bana göre bu ifade AKP rejiminin iki itirafını içeriyor: 1-Filmdeki başörtüsü konusu AKP’nin istediği gibi işlenmiş 2-AKP rejimi trans ve LGBTİ+ bireylerin filmde dahi görünmesini engelleyecek kadar eski baskıcı rejimin devamıdır. Bu 2 itirafı ne filmde ne söyleşide görüyoruz.
[2] Elia Kazan’ın 12 Nisan 1952 tarihinde New York Times gazetesine verdiği ilanın özet çevirisi şöyle:
“Anlatacak casus hikâyelerim yok, çünkü ben şahsen hiçbir casus görmedim. Gene o zamanlar Amerika ile Rusya arasında milli çıkarlar açısından bir ayrım olduğunu anlamamıştım. Hatta 1936’da ABD Komünist Partisi’nin utanç verici bir şekilde Kremlin’den emir aldığı bile bende net değildi. Birisinin parti “disiplini” denen ipi boynuna geçirmeden önce en azından öğrenmesi gereken şeyler olduğunu öğrendim. Komünistler, benim alışık olduğum günlük demokrasi uygulamalarını otomatik olarak ihlal ediyorlardı. Düşünceyi kontrol etmeye çalışıyorlar, kişisel fikirleri bastırıyorlardı. Kişisel davranışı zapturapt altına almaya uğraşıyorlardı. Bir alışkanlık olarak gerçeği bulandırıp, dikkate almayıp, karşı çıkıyorlardı. Bütün yaptıkları kendi iddia ettikleri “demokrasi” ve “bilimsel yaklaşım” dediklerine tam anlamıyla karşıydı (…) Komünist Parti üyesi olmak, polis devletinin ne olacağının bir görünümüydü. Bu bulandırılmış ama acı ve unutulmaz bir görünümdü. Bulandırılmış çünkü istediğinizde ayrılabiliyordunuz. Ben de 1936 yılının baharında Parti’den ayrıldım (…) Bu diktatörlük ve düşünce kontrolü, bunları ilk elden tecrübe eden birisi olarak beni bunlardan sürekli nefret etmeye yöneltti. Beni, zaten bunlara direnilmesi gereken komünist felsefeden, metot ve düşüncelerinden sürekli nefret etmeye yöneltti (…) Yaptığım filmler, yönetmenliğini yapmaya karar verdiğim temsiller, tiyatro oyunları sadece benim düşüncelerimi yansıtırlar. İleride de işte aynı bu tür filmleri ve temsilleri yapmayı umuyorum.”
İlanın İngilizce orijinali için: http://www.reelclassics.com/Directors/Kazan/kazan-article.htm
[3] Rıhtımlar Üzerinde: Elia Kazan’dan ihanetin felsefesi başlıklı yazıyı okumak için: https://sinematek.tv/rihtimlar-uzerinde-elia-kazandan-ihanetin-felsefesi/
[4] Kaliforniya Üniversitesi, Los Angeles (University of California, Los Angeles)
[5] T24.com.tr 06.03.2023 ‘Kutluğ Ataman: Artık benim için bu rejim o çizgiyi geçmiştir’ https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/kutlug-ataman-artik-benim-icin-bu-rejim-o-cizgiyi-gecmistir,39025
[6] Şubat 2017’de Berlinale’de Türk Sinemacılarının Türkiye hükümetinin baskı politikalarını protesto ettiler. Berlin Film Festivaline katılan Kutluğ Ataman’ın Zeynep Atakan’la birlikte sosyal medya hesabından aşağıdaki paylaşımı yapmaları tepki gördü.
[7] Sabah Gazetesi 16.03.2019 ‘Kutluğ Ataman’ın eseri artık milletin’ https://m.sabah.com.tr/magazin/atamanin-eseri-artik-milletin-4594876/amp
(Bu yazı ilk defa sendika.org Sitesi Sinematek köşesinde 20.03.2023 tarihinde yayınlanmıştır)