Makale - Tez

SİNEMADA DÖNEMLER , AKIMLAR

SİNEMADA DÖNEMLER , AKIMLAR ve DEYİMLER

1) SESSİZ DÖNEM ..  1930’a kadar süren sessiz film dönemi.Sinemada oyunculuğun ön plana çıktığı dönemdir.Ses olmadan bir olayı anlatabilmenin zorlamasıyla ,sinemada görsel anlatımın en çok geliştiği dönemdir.Sinemada çekim yapmanın teknik ABC’si (alfabesi) bu dönemde oluştu.Bu dönemde sessiz filmler halkın en büyük eğlencesi oldu. Sinema salonları birden bire tüm dünya’da çoğaldı. Bu salonlara her hafta yeni filmler yetiştirmek gerekiyordu. Stüdyolar kuruldu. Hollywood oluşmaya başladı.

SLAP STICK – Kaba komedi de denilen, ani bir olayla oluşturulan komedi unsuru. Sessiz dönem komedilerinde en çok kullanılan yöntem ,fiziksel komedi unsurları. Akla gelen en güzel örnek Charlie Chaplin’in ŞARLO filmleri. Tiyatro’da başlangıcı 16.yy’la kadar gidiyor. İtalya’da Comedia Del Arte denilen meslek, komedilerle Avrupa’ya yayıldığı sanılıyor. Komik bir ses çıkaran ,adı slapstick olan ,tahtadan bir çubuk kullanılırdı. Sesi duyan seyirci gülmeye başlardı. Halen kukla oyunlarında bu sopa ile dövme sahnesi çok kullanılır. 

2) SESLİ DÖNEM …Sesli dönem,Edison’un çalışmalarıyla mümkün oldu. Sinemada sesin kullanıma başlamasıyla başlıyan bu dönemde,Birdenbire sessiz filmler ilgisini kaybetti.Seyirci sesli filmi tercih eder oldu. Bu Sinema’da bir milat’tı. Sessiz dönem oyuncularının büyük bölümü (yönetmenler dahil)  uyum sağlıyamadı ve unutuldu.Fakat sinemada anlatımın önü açıldı,Roman ve Hikayeler çekilmeye başlandı.Müzikal filmler çoğaldı. Alan Crosland’ın çektiği 1927’’The Jazz Singer’’ bu dönemin başlangıcıdır. Sesli sinemaya çoğu eleştirmen karşı çıktı.Bunlardan biri de Andre Breton’du:

Sesli sinema ilkesine kesinlikle karşıyım. Bir filmin genel olarak beni heyecanlandırma, duygulandırma ihtimallerini fazlasıyla kısıtlıyor gibi geliyor.Olağanüstü biçimde evrensel bir dilin İngilizce, Fransızca, Almanca veya Rusça için terk edilmesidir bu. Kulağa hitap etmese de ruha seslendiği tasdik edilmiş olan durumların kavranışının önüne kelime engellerinin konulmasıdır. Herhangi bir şekilde Charlie Chaplin’in sesini öğrenmek gibi bir niyetim yok.

Plastik ve mimik niteliklerin ötesinde ses tonuna ilişkin nitelikler de talep eden sesli sinema, temsilin hiçliğine doğru koşmuyor mu acaba? Tiyatroya doğru hazin bir gerileme var burada: Abes bir telaffuz, çirkinlik, tavus kuşu sesleri, mutlak bir samimiyet yoksunluğu. Ekranlarda Comédie-Française’in o felaket hanımlarının yeniden dolaşmaya başladığını görüyoruz.

Bunun yanı sıra, doğal olarak, hitabet unsurlarıyla birlikte burjuva değerlerinin hizmetinde en iyi yaşayanların tümü de tekrar arzı endam ediyor: Savaşçı Poincaré, cömert Madam Chiappe, rahipler. Çünkü ahmaklaşmayı doruğuna vardırmak için hiçbir şeyi esirgememek lazım. Ve “sesli haberler” bu konuda yazılı basına taş çıkartır.

Son olarak, izleyici her türden düşünceye dalma imkânından yoksun bırakılıyor ve hayal etme çabası gösteremeyecek hale getiriliyor. Halbuki bu yetiler sayesinde, bir dakikalığına da olsa biraz daha özgürce tutum alabilecek ve sırf eğlence olsun diye bir “psikoloji”, bir “mantık”, bir “ahlak” dersi izlediğini unutabilecekti.

Bu aşırı çekincelerimi belirttikten sonra, hemen şunu ekleyeyim ki sesli film galip gelecektir, yani diğer alanlarda olduğu gibi, burada da mağlup olacağız.

Şiir ile sinemanın alaşımı uzun zaman önce gerçekleşti. Şimdi kaygı duyulacak olan ise bunun sona ermesi. Mack Sennet’in  ilk komedilerinden daha iyi ne umabiliriz ki? Şiirsel tarafın –aşırı yüklenmiş– müdahalesi ise, bir kez daha şiiri şu ya da bu ölçüde uzaklaştıracaktır.

Evet, bir senaryo da sesli bir şiir olabilir (Antrakt’ta Picabia, Endülüs Köpeği’nde Buñuel ve Dali). Fakat şiirde ifade biçiminin önemi yoktur.

“Filme çekilmiş şiir” mi diyorsunuz? Bu, söz konusu şiirlerin ciddiyetine bağlı. Umarım Baudelaire ve Rimbaud bu ciddiyet sınavını geçemez. Fakat “Arvers Sonesi”nin son derece başarılı kartpostallarını gördük.

 (André Breton, [Réponse à une enquête sur le cinéma parlant], Œuvres complètes, Cilt III, Gallimard, La Pléiade, 1999, s. 1099-1100.)

FILM NOIR – (KARA FİLM) Filmlerin siyah beyaz yapısının psikolojik etkisinden de yararlanılarak ,polisiye,suç filmlerinin çok tutulması üzerine Hollywood sinemasının geliştirdiği suç ve cinayet filmleri türüdür.Aydınlık/Karanlık kontrastlarının ve ışıklandırma sistemlerinin iyi kullanıldığı görülür.Özellikle 1940’larda başlamış,(renkli sinema yaygınlaşana kadar) 1950’ye kadar devam etmiştir.Çoğu filmlerde Realizm ve Ekspresyonizm’in harmanlandığı görülür. Döneminde pek önemsenmese de,ancak 1990’dan sonra kıymeti anlaşıldı ve klasikleşti. Örnek verecek olursak 1941’’ The Maltese Falcon’’, 1946‘’The Big Sleep’’, 1944’’Double Indemnity’’

Sinema Yapımcılarına göre:

ANA SİNEMA AKIMI : ( sinema yapımcıları tarafından belirlenen 3 temel akımdan biridir.Genellikle geniş seyirci kitlesine hitap eder. Popüler konuların ve yüksek bütçeli filmlerin işlendiğini görürüz. Nerdeyse tüm büyük sinemalarda vizyona girer,ünlü oyuncular seçilir. Hollywood sinemasında çok görülür, İtalya’da Cine Citta filmlerinde görülür.  Örnek 1963’’Cleopatra’’, 1975’’Jaws’’,

SANATSAL SİNEMA AKIMI – Sinema 7.nci sanat olduğu kesindir.Bu filmlerde yönetmenin görüşlerinin ve sanatsal tavrının yanı sıra,anlatım dilinin farklılığı,toplumsal görüşlerin,sanatsal bir gözle yansıtıldığı filmleri kapsar. Ne yazık ki  seyirci kitlesi azdır. Örnek: 1966’’Andrei Rublev’’, 1963 ‘’8 ½ ‘’, 1925’’Battleship Potemkin’’

BAĞIMSIZ SİNEMA AKIMI – Düşük bütçeyle çekilen,popüler kültür dışında,yönetmenin sinemasında kendini ifade ettiği film türüdür.Yapıları itibariyle yenilikçidirler. Yönetmen,senarist ve oyuncuların, yapımcı şirket veya diğer dış etkenlerden bağımsız olarak gerçekleştirdikleri filmlerdir.Gişe endişeleri yoktur.Hollywood sinemasının dışında gelişmiştir. Buna iyi örnek John Cassavetes’in filmleridir , Örnek 1958 ‘’ Shadows’’

Zaman içinde dijital film çekim ekipmanlarının ucuzlaması,bağımsız çalışmak isteyen yönetmenlerin,büyük stüdyolarla bağlarını koparmasına imkan tanıdı. Bir çok küçük film şirketi ortaya çıktı ve başarılı filmler yapımını mümkün kıldı. Böylece Bağımsız sinema yaygınlaştı. Festivallerin Bağımsız sinemacılara,tanıtım açısından büyük katkısı oldu. 

SİNEMA AKIMLARI:

DIŞAVURUMCULUK –ALMAN DIŞAVURUMCU SİNEMASI –EKSPRESYONİZM 

Dışavurumculuk (Ekspresyonizm), dış dünyanın gerçeklerine yüz çeviren, bu gerçekleri kendi kafasında kurgulayan ve biçimlendiren sanatçıların görüşünü yansıtıyordu. Sinema bu akıma en uygun sanattı. Objektiften bakış dünyayı istediği gibi değiştirebiliyordu. Sinema aynı zamanda bir sihirbazlık oyunu olduğu için farklı oyunlar ortaya çıkabiliyordu.

1900’lü yıllarda özellikle Almanya’da başladı,Fransa,Rusya, İsveç,Norveç ve Amerika’ya sıçradı.  Sanat dilinde Ekspresyonizm olarak bilinen bu akım ,baskıcı rejimlere karşı  halkın başkaldırışı ile gelişti. 1919’dan itibaren özellikle Alman sinemasında görüldü.Gerçeküstü dekor,yapay rol yapma,ve 

sürrealist bir dünya’da geçen hikayeler işlendi.Aslında anlatılmak istenen gerçek dünyaya ve mutlu hayata duyulan özlemdir.Birinci Dünya Savaşından sonra Almanya ve Avrupa’da yaşanan sıkıntılar ve dikta rejimi ,sinemada bu akımın gelişmesine neden oldu.

 Örnek : Robert Wiene 1920 ‘’ Das Cabinet des Dr.Caligari’’,

              Paul Wegener 1920 ‘’ Der Golem’’

              Fritz Lang  1927 ‘’ Metropolis ‘’

REALİZM POETİK  – (ŞİİRSEL GERÇEKÇİLİK)

Şiirselliği ve gerçekleri bir araya getiren bu sinema dili Fransa’da oluştu.Ekonomik sıkıntılar,Toplumsal olaylar ve politik kargaşalar ‘’Şiirsel Gerçekçilik’’in doğuş nedenidir. Hayattan umudunu kesmiş insanlar, mutsuz evlilikler,yasak ilişkiler şiirsel bir anlatımla işlenir.

Şiirsel yönünü çevre seçimi ve karakterlerin davranışlarından alır.Gerçekçi yanı ise polis ve gangsterlerin varlığıdır diyebiliriz. Karamsarlık, umutsuzluk,hüzün,intihar,sefalet işlenen konulardır.  

Örnek :  Marcel Carne  1938 ‘’ Le quai des Brumes ‘’

              Jean Vigo   1934 ‘’ L’atalante’’

              Julien Duvivier  1937’’ Pepe le Moko’’

              Jean Renoir  1939 ‘’ La regle du jeu ‘’

NEO –REALİZM – YENİ GERÇEKÇİLİK-İTALYAN YENİ GERÇEKÇİLİĞİ

İkinci Dünya Savaşı döneminde Hollywood ve Italyan sinemasındaki duygusal filmlere tepki olarak,İtalya’da gelişti.Seyirciye gerçekçilik hissini vermek,stüdyo yerine gerçek mekanlarda çekim yapmak, ağdalı anlatımlar,uzun konuşmalar yerine sade ve yalın bir dil kullanmak,çarpıcı özellikleridir.Bu filmlerle kamera stüdyodan çıkıp sokağa indiği görüldü.Toplumsal yaşam daha iyi gözlenerek beyaz perdeye aktarıldı.

1940’dan sonraki dönemde,İtalya’da faşizmin yenilmesi,Roma’nın bombalanması,Hitler’in Mussolini’yi kullanması,Alman ve Müttefikler arasındaki savaş,Partizanların Mussolini’ye karşı direnmesi,neticede 

İtalya’da bir kaos ortamı oluştu. İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı bu ortamda halkın sıkıntıları içinde gelişti.Belgesel ögelerin yoğun olduğu çekimler yapıldı.Amatör oyuncular ya da doğal davranan oyuncular seçildi.Olaylar gerçek günlük yaşantılardan kesitlerdir,anlatım dolambaçlı değil yalındır.

Örnek: 

Pier Paolo Pasolini 1961 ‘’Accattone’’

Roberto Roselini  1948 ‘’ Germania Anna Zero’’

Vittorio De Sica  1948 ‘’ Ladri Di Biciclette’’

Giuseppe De Santis  1949 ‘’ Riso Amaro ‘’

Luchino Visconti   1942 ‘’ Ossessione’’

YENİ DALGA – NOUVELLE VOGUE (FRANSA)

Klasik film formunu tümüyle reddeden,sinemada tabuları yıkan,mevcut düzene ,klasikleşmiş yaşam tarzına isyan eden sinema akımıdır. Fransa’da 1950’li yıllarda Andre Bazin ,dolayısıyla ‘Cahier du Cinema’ dergisindeki yazı ve yorumlarla şekillendi. Bu dergi sayesinde bir araya gelen François Truffaout,Jean Luc Godard,Claude Chabrol ,Eric Rohmer,Jacques Rivette gibi yönetmenler,İtalyan yeni gerçekçilik akımından etkilenmekle birlikte, Hollywood sineması ve, duraklamaya başlayan Fransız sinemasına karşı görüşleriyle  ‘Nouvelle Vogue’’ akımını başlattılar. Bu akım sayesinde kamera sokağa indi diyebiliriz.Filmler birbirine benzemez, Senaryodan çok,yönetmenin çekim tarzı  ve anlatımı öne çıkar,film boyunca ne zaman ne olacağı önceden tahmin edilemez. 
Fransız yeni Dalgası,kendi dışındaki ve önceki tüm sinema akımlarını reddeder, Halk sineması değil Bireysel sinema anlayışındadır.Monotonluğa karşı çıkmak,denemekten çekinmemek,kurgu dinamiğini önemsememek, her şeyi göstermekte özgür olmak yeni dalga filmlerinin özelliğidir.’Cahier du Cinema’ nın kurucusu Andre Bazin (1918-1958) bu akımın babası kabul edilir.
Yeni Dalga filmlerinin bir özelliği de,’Atlamalı Kurgu’ tekniğinin ortaya çıkmasıdır. Bir olayı uzun uzun anlatmak yerine,olayın başını ve sonunu göstermek diye anlatabiliriz. Bu teknik filmin uzunluğunu kısalttığı gibi,daha çok şey anlatmaya yer  açmıştır.
Fransız Yeni Dalgası, bir çok ülke sinemasını ve yönetmenlerini etkiledi. Dünya sinemasına büyük katkısı oldu.

Örnek: Jean Luc Godard, 1960 ‘’ A Bout de Soufle ‘’

            Jean Luc Godard,1967 ‘’ Weekend ‘’

            François Truffaut, 1959 ‘’ Les Quatre cents Coups ‘’

            Claude Chabrol, 1968 ‘’ La Femme Infidele ‘’

            Jacques Rivette, 1974 ‘’ Celin et Julie vont en Bateau ‘’

            François Truffaut, 1983 ‘’ Vivement Dimanche ‘’

            Louis Malle, 1963 ‘’ Le Feu Follet ‘’

            Eric Rohmer, 1970 ‘’ Le Genou de Claire ‘’

            Agnes Varda, 1962 ‘’ Cleo de 5 a 7 ‘’

İNGİLİZ YENİ DALGA SİNEMASI

Sinemanın teknolojik gelişme çalışmaları neredeyse İngiltere’de gerçekleşmiştir.İlk sesli film denemeleri,renkli film çalışmaları örnek gösterilebilir. Ancak İngiliz sineması Hollywood sineması seviyesinde olunca, ABD pazarında pek iş yapamadı. II.Dünya savaşı sonrası oluşan geçmişe  ve mevcut düzene öfke,ve oluşan özgürlük ortamı İngiltere sinemasına yansımaya başladı. 

İngiliz yeni dalga filmleri, eski ve baskıcı kültürden uzaklaşmak,özgürce kendini ifade etmek isteğinde olan genç nesilin kendini ifade ettiği bir alan oldu.

Örnek: Tony Richardson, 1961 ‘’ A Taste of Honey ‘’

            Jack Clayton, 1959 ‘’ Room at the Top ‘’

            John Schlesinger, 1963 ‘’ Billy Liar ‘’

            Tony Richardson,  1959 ‘’ Look back in Anger ‘’

            Karel Reisz, 1960 ‘’ Saturday Night and Sunday Morning ‘’  

ÇEK YENİ DALGA SİNEMASI ÖRNEKLERİ

Milos Forman, 1967 ‘’ The Firemen’s Ball ‘’

Jiri Menzel, 1966 ‘’ Closely watched Trains ‘’

Vera Chytilova, 1966 ‘’Daisies ‘’

ROMANYA YENİ DALGA SİNEMASI ÖRNEKLERİ

Cristi Puiu, 2010 ‘’ Aurora ‘’

Corneliu Porumbolu, 2006 ‘’ 12.08: Eat of Bucarest ‘’

YUNAN YENİ DALGA   SİNEMASI ÖRNEKLERİ:

Yorgos Lanthimos, 2009 ‘’ Dogtooth ‘’

Panos H.Koutras, 2009 ‘’ Strella ‘’

Athina Rachel Tsangari, 2010 ‘’ Attenberg ‘’

İRAN YENİ DALGA SİNEMASI ÖRNEKLERİ       

Abbas Kiarustami, 1974 ‘’ Le Passager ‘’

Ferruh Gaffari, 1959 ‘’ Kentin Güneyi ‘’

Ferruh Gaffari, 1964 ‘’ Kamburun Gecesi ‘’

Daryuş Mehrcuyi, 1969 ‘’ İnek ‘’

CINEMA VERITE (GERÇEK SİNEMA)

Seyirciye gösterilen şeyin gerçeğin ta kendisi olması gerektiğine inanan sinema felsefesidir. Kelime manası da gerçek sinemadır.  Fikiri veren Dziga Vertov’dur. Filmlerde seslendirme ya da montaj kullanılmaz. Oyuncular amatörlerden seçilir. “Bir filmde yapaylık(kurgusallık) varsa orada gerçeğe uygun bir şey yoktur ” temel iddialarıdır. Jean Rouche, John Cassavetes,  Chris Marker önemli yönetmenleridir.

Genelde  (Cinema Verite) ( Direct Cinema) hafif film ekipmanları kullanılan,el kameraları ile,garçek ortamlarda canlı çekim yapılan,doğal seslerin kullanıldığı,film çekimleridir. Bu akım ,1960’larda Kanada,ABD,ve Avrupa yönetmenlerine stüdyo dışında,daha hesaplı film yapma olanağı sağladı. Belgesel sinemanın gelişmesinde çok kullanılan yöntemlerdir.

Örnek: Jean Rouche.Edgar Morin 1960 ‘’ Chronique d’un ete ‘’ (Paris)

             Robert Drew 1960  ‘’Primary’’

             Albert,David Maysles 1968 ‘’Salesman’’

Bu konuda bir makale: ( yazan:Nilgün Kaleliçiçek)

Günümüzde sinemada kamera bir tür Tanrı olmuştur. Bir kameranız vardır, tripod üzerinde veya vinç üzerine sabitlenmiştir. Tıpkı dinsizlerin sunak yerine benzer. Etrafta birkaç rahip vardır. Yönetmen, kameraman ve asistanlar kurbanı kamera önüne getirirler. Sonrada sunakta alevlerin içine itilirler. Ve kamera oradadır, kımıldamadan duran ve kurbanların değil de rahiplerin söylediklerine göre hareket eden bir kamera.

 Kamerada sadece bir doğru şey vardır; o da ne olursa onun kaydedilmesidir. Hepsi bu kadar. Aktörlerin hareketlerinin kamera tarafından kararlaştırılmasını uygun değildir. Bu kameramanın görevidir, kameranın çıkarı adına, görülecek görüntüyü bize gösterir. Bu görev ortaya çıkacak görüntüden daha kapsamlı bir görevdir.

Cinema-Verite’nin gelişimi ile ilgili birçok iyi neden vardır. Jean Renoir tarafından söylenen neden en iyilerinden biridir. “Beceriksizlikle ve düzensizlikle, geleneksel sinemanın etrafını sarmış dev kamera, izleme rayları, krikolar, dolly’ler, blimpler (sevk balonları), tripodlar, vinçler özellikle profesyonel olmayanlara engel olup, korkutuyorlardı.” Richard Leacock, Cinema-Verite’nin gelişiminde rol alan bir figürü, Flaherty’in “Louisiana Story” filminde bulmuştu. Dediğine göre, senkronize bir diyologa gerek olduğundan, kaydedilen olayın doğanın tamamen değiştirilmesi gerekiyordu. Bu da malzemenin tam donatımı demekti. Bu profesyonellerin yani olaya hiçbir yapay şey katmayan kimseler, sosyologlar ve etnografların görüşleri sonucu oluyordu. Bir başka motivasyon televizyondan geldi. Stüdyoda, karşılıklı konuşmalar canlı olarak, elektronik kameraların önünde yapılır ve halka direkt olarak yayımlanır. Şartlar değiştirilmeden, oyuncular elektronik kameraların önüne geçtiler. Film kamerası,stüdyoya bağlı olmadan, karşılıklı görüşmelerde olduğu gibi kullanılmaya yönlendirildi. Aynı şekilde Neo-realist ve Özgür sinema Hareketleri örnek alınırsa, temalara ve gerçek hayatlara kaptırırlar kendilerini. Göreneksel filmin gösterdiklerinin farkındadırlar. Gerçek hayat filmine doğru tüm girişimleri, Lumiere filmin edite işlemi sırasında çözmüştü, aktüalitenin açığa kavuşmasını da ekleyerek.

 Emprovize sinema veya Cinema-Verite’deki tartışmalar nedeniyle, yönetmen, editör onayı olmadan birşey yapamaz. Onun yapacakları, kendini reddetme yoludur. Andy Warhol filmleri geleneksel teknik kaynakları tam olarak gösterir. “Sleep” bir adamı uyurken gösterir. İlk gösterimlerinde film 8 saat sürüyordu. Kesmeler sadece makara değişiklikleriydi. İman ve kader, Andy Warhol filmlerinde çok yeri olan konulardır. Doğal olmayan uzunluğuna rağmen, diğer filmlerinde doğal hareketler de vardır. Eğer amacı filme çekilen olayı kontrolsüz olarak soyutlamaksa, Warhol başarı göstermiştir; değeri ne olursa olsun.

Direkt sinemada, daha çarpıcı örnekler Drew Associaties adlı firmadan gelmektedir. Firmada bulunanlar: Robert Drew, eski bir Life Magazine röportajcısı, Richard Leacock, eski bir kameraman (Flaherty’nin Louisiana filmi) ve Donald Pennebaker. Çektikleri filmler “Primary” (Kennedy-Humphrey 1960 Wisconsin seçimleri tartışması); “Football” (Claude Fournier’le birlikte yaptılar. Futbol rekabeti üzerine); “The Chair” (Genç bir zenciyi elektrikli sandalyeden kurtarmak için verilen çaba) ve “Jane” (Jane Fonda’nın Portresi, bir oyunun açılış gecesinde, sonu hiç beğenilmeyecek bir oyunda). Onlar senkronize edilmiş çok hafif kameralar kullandılar. Kayıt cihazları elektronik saatle çalışıyordu. Filmleri gözün gördüğünün dışındakileri de gösteriyordu. Sanki varmış gibi, bir göz ve bir kulak, nesnenin bir köşesinden harekete bakıyordu. Onun hareketini, korkularını, heyecanlarını tam olarak yansıtıyordu. Doğal olarak seyreden de, olayı tamamen objektif veya açıklanmaya gerek duyulmayan bir şey olarak tanımlıyordu.

ÖZGÜR SİNEMA – FREE CINEMA 

Savaş Sonrası İngiltere’sinde 1947 yılında bir grup sineast’ın çıkardığı (Sequence) dergisi ve Oxford’lu bir grup gencin girişimi ile Özgür Sinema oluştu.Akademik sinemaya karşı gelişen bu akım, ‘British Film Institut’ tarafından da destek gördü.Sosyal konuları işleyen filmler belgesel tadında anlatımlar içeriğini oluşturur.Yeni Dalga kadar etkili ve uzun ömürlü olmamakla birlikte,İngiliz sineması içinde bir çığır açmıştır.Büyük bütçeli Hollywood sinemasının ,İngiliz sinema salonlarındaki üstünlüğü,özgür sinema filmlerinin gişede başarılı olmasını engellemiştir.

Örnek: Lindsay Anderson, 1954 ‘’ Thursday’s Children’’ (kısa film)

            Jack Clayton , 1959 ‘’Room at the top’’

            Krel Teisz , 1960 ‘’Saturday night and Sunday Morning’’

            Tony Richardson, 1960 ‘’ The Entertainer’’

DIRECT CINEMA

Televizyon çekimlerinin çoğalmasıyla ortaya çıkan bu sinema akımı belgesel alanında etkili oldu.ABD ve Kanada’da Flaherty’nin belgesel tekniğine paralel Richard Leacock’un geliştirmesiyle , TV için yapılan canlı yayın çekimleri, tv için hazırlanan film çekimleri, haber filmleri ve belgesel çekimlerden yararlanır. Sinema,olayın ortaya çıktığı anda, görüntü ve sesin kaydedilmesine odaklanır. Birden fazla kamera kullanımı ile olayın değişik açılardan görüntülenmesi yapılır.Bu çalışma rastgele yapılan bir çalışmadır,çünkü olayın ne zaman nasıl çıkacağı bilinmeyebilir.Kurgu , film çekilirken yapılabilir.

YENİ SİNEMA – CINEMA NOVO

Açlığın ve tutkunun sineması.1960’lı yıllarda Brezilya’da yayılmaya başladı.Yabancı etkilerden uzak, kendi kültürüne ait film yapmayı hedefledi.Toplumsal sorunları, belgesel gerçekliğiyle işleyen bu akımın filmleri, her ülkede folklorik öğelerle besleniyordu. Anlatım özgürlüğü ve 

bağımsızlığı önemli iki elementidir. 1967 yılında başlayan ekonomik krizler, bu akıma darbe vurdu. Renkli karnavalları ve eğlenceli toplantıları anlatmaya başlayan yeni filmlerle akım saptırıldı ve kısa zamanda önemini kaybetti. 

Örnek: Glauber Rocha,1967 ‘’Terra em transe’’

            Ruy Guerra,1964 ‘’ Os Fuzis’’

            Ruy Guerra,1969 ‘’ Ternos Caçadores’’  

DENEYSEL SİNEMA

Sinemada daha önce denenmemiş teknikleri,düşünceleri,senaryoları,farklı bir şekilde beyaz perdeye aktarılmasıdır.Sinemayı alışılagelmiş kalıplarının dışına çıkaran bu sinema anlayışı,yönetmenin ufkunu genişlettiği gibi,Bağımsız sinema ile yer yer özdeşleşiyor. Bu sinemada gelenekler önemli değüildir.George Melies’in filmlerini deneysel sinema kabul edersek bu akım Fransa’da doğmuştur.

(underground ,avant garde,independent,experimental) bu akımda kullanılan terimlerdir.

Örnek: Abel Gence,1927 ‘’Napoleon’’

           Alp Zeki Heper,1966 ‘’Soluk gecenin aşk hikayeleri’’

           Louis Bunuel, 1929 ‘’Un chien Andolou’’

           Andy Warhol,1963’’Sleep’’

AVANT-GARDE SİNEMA

Kamera her şeyi görür,1920’lerde ressam ve fotoğraf sanatçıları tarafından avant-garde sinema gelişti.Salvador Dali,Picasso bu dönem sanatçıları olduğunu düşünürsek,sürrealist sanatın sinemayı etkilemesi kaçınılmazdı. Hollywood sinemasına tepki olarak, Fransa ve Almanya’da ortaya çıktı.Sınırları zorlayan,senaryodan çok estetik ve güzelliğe önem veren filmler oluştu. Çağdaş avant-garde sinemaya bir örnek ‘’Holy Motors’’ gösterilebilir.

Örnek: Dziga Vertov,1929 ‘’Chelovek s Kino-apparatom’’

            Jean Luc Godard,1967 ‘’Weekend’’

            Alain Renais, 1959’’Hirochima mon amour’’

            Leos Carax,2012 ‘’ Holy Motors’’

Bakınız: ‘’Avant-Garde Sinema Üzerine’’ Şenol Erdoğan

               (http://genclikcephesi.blogspot.com

UNDERGROUND CINEMA

II.Dünya Savaşı sonrası Amerika toplumunda  özgürlük isteği ve beklentisi oluştu.Topluma pompalanan zenginlik hayalleri oluşmamış,toplumda huzursuzluk başlamış,hiç tartışılmamış konular gündeme gelmiş,iktidara karşı eleştiri çoğalmıştı.Bu toplumsal değişimin sinemaya yansıması kaçınılmazdı.’ Underground Cinema ‘ böyle oluştu. 1960’lı yıllarda ‘Film Culture’’ dergisinde kümelenen sineast’ların ortak bildirisinde ‘’yönetmenin yaratıcılığını kısıtladığını, “ticari yönden çürümüş, estetik yönden modası geçmiş, dramatik yönden sıkıcı ve yüzeysel”olan ticari hollywood yapılanmasına karşın, “bölünmez bir kişisel anlatım’’” olarak tanımladıkları yeni sinema anlayışını benimsediklerini açıklamışlardır.

Yeni bir estetik anlayışın,kişisel ve görsel unsurlarla bütünleştiği bu sinema akımının  Andy Warhol öncü olmuştur. Geleneksel ve ticari sinemaya karşı başkaldırı niteliğnde olan bu sinema akımı ,(deneysel sinema,Özgür Sinema.Avant-Garde Sinema ) nın Amerika’da ortaya çıkışıdır.

Örnek: Andy Warhol,1963 ‘’Sleep’’

            Andy Warhol,1964 ‘’Harlot’’

            Andy Warhol,1965 ‘’Kitchen’’

            Stan Vanderbeek,1965’’Pastorale’’

            Gregory Markopoulos,1964’’ Twice a Man’’

KONSTRÜKTİVİZM :

Rusya devremi ile birlikte,sanatın yaşama girmesi ve yaşamdan uzak kalmaması istendi.Sanat gerçeği vermesi gereken bir araç olarak ele alındı. 1914’de Moskova ve Petrograd sanat merkezleri oldu.

Bu ortamda, gerçeği vermesi gereken sanat tekniğe ve teknik gelişmelere kayıtsız kalmadı. Ve ‘’Tekniğe karşı değil,teknikle beraber’’ sloganı ortaya çıktı. 

Rus sanatçılara göre,Konstrüktivizm,insanların eşitlik ve kardeşlik içinde yaşayacağı bir dünyanın  var olacağı şeklinde yorumlanmıştır.

Moskova Güzel Sanatlarda profesör olan  Antonion Pevsner’in kardeşi Naum Gabo ile birlikte 1920’de yayınladığı  ‘’ Realistic Manifeto’’ bu akımın en iyi tanımıdır (Sanat bizim uzamsal algımızın dünyasının gerçekleştirilişidir, ve bunun sanatçısı , köprülerinin inşasında bir mühendis gibi işini yapar ve yörüngelerinin formülünü matematikçi gibi kurar.)

Sinemada Konstrüktivizm bir akım olmaktan çok bir anlam arayışıdır.Bu dönemde kuramsal çalışmalar ile ilgilenen bir çok sanatçı kendi kurgu kuramlarını geliştirmişlerdir. Özellikle Eisenstein ve Kuleshov’un geliştirdikleri kurgu teknikleri bugün de bir çok sinema filminin kurgulanması ve seyirci ile gereken etkileşimi sağlamak adına kullanılmaktadır.

Einstein’ın geliştirdiği ‘’Sine imaj’’ kavramına göre,çekimlerin montajla yan yana dizilmesi değil,plastik sanat anlayışıyla resimlerin dizilişini önemser. 

 Eisenstein ve Kuleshov’un geliştirdikleri bu kurgu teknikleri bugün da bir çok sinema filminin kurgulanması ve seyirci ile gereken etkileşimi sağlamak için kullanılmaktadır.

Örnek: Sergei M.Eisenstein, 1925 ‘’ Potemkin Zırhlısı’’

            Sergei M.Eisenstein, 1927 ‘’ October ‘’

            Lev Kuleshov, 1925 ‘’Luch Smerti’’

            Lev Kuleshov, 1927 ‘’ Vasha Znakomaya ’’

GELECEKÇİLİK – FUTURISM :

İtalyan oyuncu ve yazar Emillio Marinetti tarafından akım başlatıldı. Geleceği makineleşmede gören Marinetti,1909’da yayınlanan ‘fütürist Bildiri’ de (eskiyi reddedip,hızı ve makineyi) yücelttiler. Fütüristler, gürültücü ve savaş yanlısı tavırlarıyla Faşistlere destek verdiler, 2.dünya savaşında faşistlerin yanında yer aldılar. Müzikte ise çok gürültülü besteler yapıldı.

İtalya’da ortaya çıkan fütürist sinema çok başarılı olamadı. 1930 yıllarında Faşist Mussolini yönetiminde, sinemanın halk üzerindeki etkisini çok iyi kullandılar. Mussolini ,faşist ülküsünün propagandasını yapmak için sinemaya destek verdi. ‘Cinecitta’ yı kurdu ve oğlunu başına geçirdi. Halkı baskıcı faşist rejim algısından uzaklaştırmak için (Beyaz telefon ) adı verilen, burjuva yaşam tarzını yücelten filmler yapıldı.

Örnek:  Alessandro Blasetti, 1937 ‘’La Contessa di Parma ‘’

             Alessandro Blasetti, 1942 ‘’La cena della Beffe’’

             Mario Camerini, 1939 ‘’ Batticuore ‘’

             Mario Camerini, 1942 ‘’ Una Storia d’amore’’

Not: Günümüzde fütürist film olarak bilim kurgu alanındaki filmler algılanabilir. Bu konu (Retro fütürizm) konu başlığında ele alınacaktır.

RETRO-FÜTÜRİZM

Teknolojinin ilerleyişinde değişiklikler yaşansaydı ne olurdu ?Bu sorunun cevabını arayan akıma Retro-fütürizm demek yanlış olmaz.Bilim kurgu babası  Jules Vernes (1828-1905) dönemine göre fütürist bir yazardır. Eğer günümüzde yaşasaydı ve esrleri gene bilim kurgu üzerine olsaydı o zaman Retro-Fütürist yazar dememiz gerekirdi. 

Geçmişten geleceği öngörmeye  retro-fütürizm diyoruz. Dünyanın geleceğini tasvir eden filmler, ve bilim kurgu dalında gelişen filmler retro-fütürizm sinemasını oluşturuyor.Bir anlamda geçmişten geleceğe uzanan bir köprü diyebiliriz.

Örnek: James Cameron, 2009 ‘’ Avatar ‘’

            Christopher Nolan, 2014 ‘’ Interstellar ‘’

            Wachowski Brothers, 1999 ‘’ The Matrix ‘’

            Neill Bloomkamp, 2009 ‘’ District 9 ‘’

ULUSAL AKIM 

Yazılı veya sözlü kaynaklarda belirli bir ülkeyle ilişkili filmleri tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Temelde o ülkenin kültürünü,sosyal sorunlarını,yaşam tarzını özgün bir şekilde yansıtır.

Örnek: ULUSAL TÜRK SİNEMASI … Metin Erksan,Halit Refiğ gibi yönetmenler ve Türk Film Arşivi gibi kurumlarca teorileştirilmiş bir sinema akımıdır.1966’dan beri bilinçli bir şekilde kullanıldı. 

Ulusal sinema kavramının gelişmesi için halktan bir destek olması gerekir,olmadığı takdirde,devletin kültür politikasında böyle bir destek olmalıdır. (detaylı anlatım -Ulusal Türk Sineması makalesi-Hasan Gürdal)

DOGMA 95 AKIMI

Genelde sinema illüzyonist bir yapıya sahiptir.Beyaz perdeye bakarken fantezilerle dolu bir dünya içine gireriz. Dogma 95 ise bu etkiyi yok etmeyi amaçlar. Dogma 95 ,sahneye yansıyan sahteliklerin yerine gerçek samimiyeti göstermeyi esas alır.Bu durumda sinema yaratıcılığın sınırlarını bir süzgeçten geçirerek zorlar. 

‘Gişe ‘ ile ‘sanat’ sineması kavramlarının katı estetik bir anlayış yarattığını düşünen Danimarkalı bir grup genç sinemacı, yönetmeni stüdyo dışına çıkararak hikaye,senaryo,teknoloji ‘de özgür kalarak sinemanın gerçek gücünü yakalamayı amaçladılar. Lars Von Trier,Thomas Vinterberg,Seren Kragh-Jacobsen,Kristian Levring gibi yönetmenler,avant-garde sineması özellikleriyle Dogma 95 görüşünü savunan filmler yaptılar.

 Dogma 95 tarafından belirlenen kurallar : (www.perspectivedergisi.com)

  • Çekimler stüdyo dışında yapılmalıdır. Sahne donanımı ve setler içeri taşınmamalıdır. (Hikâye özel bir sahne donanımı gerektiriyorsa, stüdyo dışında bu donanıma uygun bir mekân seçilmelidir.)
  • Ses ve görüntü kesinlikle birbirlerinden ayrı olarak üretilmemelidir. (Sahne içinde üretiliyor olmadığı sürece müzik kullanılmamalıdır.)
  • Kamera, elde taşınmalıdır. Elde taşınan kamera ile elde edilecek hareketlilik ya da hareketsizlikler serbesttir. (Film, kameranın durduğu yerde çekilmemeli; kamera filmin olduğu yerde olmalıdır.)
  • Film, renkli olmalıdır. Özel ışıklandırma kullanılamaz. (Eğer çekilecek olan sahnede filmin pozlandırması için çok az bir ışık söz konusuysa, sahne kesilmeli ya da tek bir lamba kameraya iliştirilmelidir.)
  • Optik numaralar ve filtreler kesinlikle yasaktır.
  • Film, gelişigüzel aksiyon içermemelidir. (Öldürme, silahlar, vs. bulunmamalıdır.)
  • Zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır. (Kısaca film, şimdi ve burada geçmelidir.)
  • Tür filmleri kabul edilemez.
  • Film formatı 35 mm olmalıdır.
  • Yönetmen, jenerikte belirtilmemelidir.
  • Ayrıca yönetmen, kişisel adlardan sakınacağına, artık sanatçı olmadığına, anları bütünden daha önemli gördüğü gibi, bir ‘iş’ yaratmak’tan kaçınacağına, en büyük hedefinin karakterlerinden ve ortamdan gerçeği açıkça çıkarmak olacağına ve bunu elinden geldiğince iyi tatlarla ve estetik faktörler pahasına yapacağına ant içer.

Örnek: Lars Von Trier, 1991 ‘’Europa’’

            Lars Von Trier, 1996 ‘‘Breaking the waves ‘’

            Susanne Bier, 2002 ‘’ Elsker dig for Evigt ‘’

ÇİN ÇILGIN AKIM SİNEMASI

1930’lu yıllardan sonra çin sineması müthiş gelişti. Bu dönemde solcu sanatçılar’da (özellikle tiyatro ve opera) sinemayla ilgilenmeye başladı.1932’de birtakım edebiyatçı bir araya gelerek ‘Ming Xin’ film şirketini kurdu.Solcu filmler yapılmaya başladı.

Bakınız: Kamera Arkası/ 9 Mayıs 2006’da Mutlu Şahin’in yazdığı araştırma yazısı.

Örnek: Bugao Cheng,1933 ‘’Çılgın Akım’’

            Bugao Cheng,1933 ‘’ Chun Can ‘’

EMPRESYONİZM

19.yüzyıl sonu ve 20 yüzyıl başlarında ortaya çıkan Empresyonizm, resim ve müzik alanında etkili oldu.Gördüklerini değil, izlemlerini yapıtlarına aktaran bu akım temsilcileri 200 yıllık bir geleneğe karşı çıkmışlardı.Özellikleri:

.Kısa ve ince ama yine de belirgin fırça darbeleri,
•Açık kompozisyon,
•Işığın değişen özellikleriyle beraber hassas bir şekilde betimlenmesi   çoğu zaman zamanın geçişini yansıtacak şekilde),
•Genel, sıradan bir konu,
•İnsan algısı ve deneyiminin önemli bir parçası olarak hareketin resme dahil edilmesi,
•Alışılmadık görüş açıları.

 (resimde Monet,Renoir,Degas gibi)(müzikte Maurice Ravel,Claude Debussy gibi)

Sinemada ise,empresyonizm,İtalyan yeni gerçekçiliği ile örtüşür. Kusursuz oyunculuk, kusursuz aydınlatma ve mekânlardan uzak oluş, ve olay anını yakalama gayretinden doğan izlenimler, teknik olarak kusursuz olmaktan uzak bir biçimi zorunlu kılar,ve bu “kusurlar” Yeni Gerçekçiliğin sinematografik gücünü oluşturur. Rosselini’nin Roma Açık Şehir filmiyle ilk örneğini veren akımın en önemli yapıtları ise Vittorio De Sica’da görmekteyiz.

Örnek: Roberto Rosselini, 1945 ‘’ Roma,Citta aperta ‘’

            Vittorio De Sica, 1946 ‘’ Sciuscia ‘’ 

            Vittorio De Sica, 1948 ‘’ Ladri Di Biciclette ‘’

SOVYET DEVRİM SİNEMASI

Ekim devrimi,Sovyet Devrim Sineması’nın sebebidir.Toplumsal, kültürel, sanatsal ve siyasi açıdan  yepyeni değerlerin ortaya çıktığı Sovyet Rusya’da ,sinema yönetmenleri olağanüstü tekniklerle film yapmaya başladılar.Sinema,toplumu yansıtmalı,topluma hizmet etmeliydi.Tiyatro kitleler için yapılmalıydı.Meyerhold yeni tiyatronun temelini attı. Eisenstein Meyerhold’un talebesiydi.Sovyet sanatının kahramanı birey değil,toplum olmalıydı. 

Eisenstein İlk montaj denemelerine kuleshov’la 1917 de başladı. Ona göre montaj sinemayı dil haline getiren temel unsurdu.Planlar belli bir mantıkla montajlandığında anlamlı oluyordu.Bu sırada Dziga Vertov’da belgesel sinemayla uğraştı. (Kino-Glaz) (Sinema-Göz) çalışmaları yapıyordu.Bunlar sosyalizmin propaganda filmleriydi ve artık kamera sokaktaydı. Vertov’un felsefesi gerçeği göstermek üzerine değil,gerçeğin sinema aracılığı ile yaratılması üzerineydi.

Pudovkin ise yönetmenlik ve oyunculuk yanında, dünyanın ilk sinema okulu kabul edilen VGIK’da hocalık yapıyordu. ‘’Sinemanın Temel İlkeleri’’ adlı çalışması,sinemaya yaptığı en önemli katkıdır.

Örnek: Lev Kuleshov, 1925 ‘’ Luch Smerti ‘’

            Sergei M.Eisenstrein, 1925 ‘’Bronenosets Potemkin’’

            Dziga Vertov, 1924 ‘’Kino-Glaz’’

            Vsevolod Pudovkin, 1926 ‘’ Mechanico golovnogo mozga ’’

NEW YORK OKULU

2.Dünya savaşından sonra Televizyon hızla yaygınlaştı.Ekonomiyle beraber toplumun alışkanlıkları da değişmeye başladı. TV sayesinde halk her şeyden haberdar olmaya başladı.TV’nin gelişmesi karşısında Hollywood fazla üretken olmaz. Bu aşamada bazı yönetmenler,toplumun sorunlarına çağdaş bir şekilde değinmeye başladılar.Ancak Mac Carty’cilikle başlayan komünist avı,yönetmenleri frenledi. Oysa geneksel sinemaya karşı yeni bir sinema dili oluşturmalıydı.

Hareket ABD dışından geldi,sinema,İtalyan yeni gerçekçiliğinden etkilendi.Newyork aydın çevrelerin yaptığı yeni filmler ‘Newyork Okulu’ olarak anıldı. 

Newyork okulu,açıkça Hollywood sinemasına karşıdır.Yapmacık olmayan bir anlatım tarzı vardır.Oyuncular genelde amatör kişilerdir.Öykü,toplumsal gerçeklerin içindedir ve düzgün bir şekilde anlatılır.Hareketin ‘Film Culture’ adında bir de dergisi vardır.

Örnek: Lionel Rogosin, 1956 ‘’ On the Bowery ‘’

            Lionel Rogosin, 1959 ‘’ Come Back,Africa ‘’  

            John Cassavetes, 1960 ‘’ Shadows ‘’

            Dennis Hopper, 1969 ‘’ Easy Rıder ‘’

            Jerry Schatzberg, 1973 ‘’ Scarecrow ‘’

            Francis Ford Coppola, 1963 ‘’ Dementia 13 ‘’

            Martin Scorsese, 1974 ‘’Alice Doesn’t live here anymore ‘’

            Woody Allen, 1977 ‘’ Annie Hall ‘’

            Milos Forman, 1975 ‘’ One flew over the Cuckoo’s nest ‘’

SÜRREALİZM

Sürrealizm (gerçeküstü) akımı, I.Dünya savaşının ortaya çıkardığı vahşet ve yıkım ortamına başkaldırı olarak gelişti.Paris’te,Andre Breton,Salvador Dali,Louis Aragon gibi yazar,şair ve ressamlar  tarafından geliştirilen bu sanat ,akılcı tutuma,mantıklı düşünmeye,ahlakçı davranışlara karşı çıkan bir anlayışla,bilinçaltına önem verip,kendini ifadede sınırsız özgürlüğü savundular.Sinema da bu akımdan etkilendi.

Örnek: Louis Bünüel, 1930 ‘’ L’age d’or ‘’

            Jean Vigo, 1934 ‘’ L’atalante ‘’

Son dönem örnekler:  Jean Pierre Jeunet, 1994 ‘’ Delicatessen ‘’

                                    Leos Carax, 2012 ‘’ Holy Motors ‘’

Düzenleyen : Hasan Gürdal (www.sinemantik.com)

Başa dön tuşu