Makale - Tez

Yeni regresif Türk Sineması-Cüneyt Cebenoyan (2010)

 

 

 

 


PDF İndir

Polonya’nın Wroclaw kentinde 22 Temmuz – 1 Ağustos tarihleri arasında bu yıl 10. kez düzenlenen Era Yeni Ufuklar Festivali’nde, Türkiye sinemasına ayrılan kapsamlı bir bölüm yer alıyordu. Festivalde yakın dönemin pek çok yerli filmini tekrardan izleyen Cüneyt Cebenoyan, Yeni Türk Sineması’na dair yeni bir tanımlama yapmanın mümkün olduğunu düşünüyor.

Bu yazı Altyazı dergisinin Eylül 2010 tariihnde yayınlanmıştır.

Yazar bu konu ile bağlantılı bir tartışmayı yürüterek 17.06.2017 tarihinde aşağıdaki yazıyı yayınlamıştır.

Anayurt Oteli: Yeni Regresif Türk Sineması’nın atası

Cüneyt Cebenoyan

Altyazı Dergisi’nin Eylül 2010 sayısında “Yeni ‘Regresif’ Türk Sineması” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. 1996 tarihli ‘Tabutta Rövaşata’ ile başladığı ve halen sürdüğü düşünülen Yeni Türk Sineması’nın kavramının içini doldurmaya, ne anlama geldiğini çözümlemeye çalışmıştım o yazımda. Yazıdan bazı alıntılar yapacağım:

“Yeni Türk Sineması bir regresyon/gerileme sinemasıdır. İnsani, psikolojik, sosyal açıdan bir gerilemeyi temsil eder; kimi zaman bu gerilemeyi içselleştirir ve teorize eder. Bu gerilemede 12 Eylül çok önemli rol oynamıştır ama tarih 12 Eylül’le başlamadığı/bitmediği gibi, Türkiye, dünyadaki gelişmelerden kopuk bir ülke değildir. Dünyadaki genel gidiş de bu gerilemede pay sahibidir. Ve yine hem Türkiye’de hem de dünyada neo-liberalizmin yükselişi ve sosyal devlete yönelen saldırının etkileriyle birey giderek korumasızlaşmış ve yalnızlaşmıştır. Bu da asosyal, bazen de anti-sosyal davranışları yaygınlaştırmıştır.

İçinde yaşadığı toplumsal koşullar, ilişkiler ne olursa olsun insanın hep aynı kaldığı gibi bir sava inanmıyorum. Toplumsal koşullar kimi insani özellikleri ya geliştirir ya da köreltir.

… [Yeni Türk Sineması’ndaki erkek karakterlerin] az gelişmişliğinin 12 Eylül’ün travmasıyla ve ardından gelen anti-sosyalleşmeyle yakından ilişkili olduğunu düşünüyorum. Sosyal ortamın geriliği bu karakterlerin birer yetişkine evrilmelerini de olumsuz biçimde etkilemiştir. Ödipal karmaşalarını aşamamış, daha güçlü baba figürlerinin kadınlarına, yani anneyi temsil eden kadınlara yönelmişlerdir. Babayla doğru dürüst hesaplaşamadıkları ve hesaplaşacak güçleri de olmadığı için kendi kadınları hiçbir zaman olmayacaktır, olduğunda da ona sahip çıkmayacaklardır.

…İleriye doğru bakamayınca, geriye dönüp bakılıyor. Daha ileri bir toplumsal yaşam hayali kalmamışsa, taşranın daha ‘masum’ ilişkilerinin çekici gelmesi doğaldır. Yeni Türk Sineması da bu çağın insanının geriye bakan, gerilemiş halinin temsillerini sunuyor. Özellikle erkek tipleri patolojik özellikler gösteriyorlar. Gördüğümüz erkekler kadınlarla ilişki kuramayan, cinselliği pis bir şey (Uzak) gibi ya da doğrudan tecavüz ya da tecavüze yakın bir tarzda (C-Blok, Gemide, İklimler, Barda, Yazgı…) yaşayabilen erkekler. Bana rahatsız edici gelen ise, bu regresyon durumunun mutlaklaştırılma, teorize edilme eğilimi. Bu regresif durumun tarihsel, toplumsal, ekonomik ve psikolojik nedenlerinin es geçilerek, insanın kötülüğü gibi metafizik bir açıklamaya ya da tamamen nedensizliğe doğru gidilmesi. İyilik ve kötülüğün analitik kavramlar olmadıklarını düşünüyorum.”

Bu yazının tümü eskiden Altyazı Dergisi’nin web sitesinde bulunuyordu ama anladığım kadarıyla kaldırılmış. Bu yüzden link veremiyorum. O yazıda yaptığım saptamaların önemli olduğunu düşünüyorum. Yazıda Yeni Türk Sineması’nın (YTS) başlangıç filminin Derviş Zaim’in Tabutta Rövaşata’sı olarak kabul gördüğünü belirtmiştim. İnsanlık tarihi nasıl her yeni buluşla daha da gerilere gidiyorsa, bu tür saptamalar için de aynı şey geçerli. Anayurt Oteli’nin yenilenmiş versiyonunu seyredince, YTS’nin 10 yıl daha geriden, 1986’dan başlatılması gerektiğini düşündüm. Anayurt Oteli, YTS’ye dair saptamalarımın neredeyse hepsini içeriyor. YTS’den tek farkı eski kuşak bir sinemacının, Ömer Kavur’un imzasını taşıması. Bir de eski Türk sinemasına özgü kimi kusurlar içermesi.

Anayurt adının iki şekilde okunabileceğini düşünüyorum. Birincisi, filmin kahramanı Zebercet’in (Macit Koper) içinde yaşadığı ülkenin, yani anayurtun sembolü olarak; ikincisi Zebercet’in doğduğu ve büyüdüğü, annesinin kucağını temsil eden yer olarak. Film bu iki sembole yönelik göndermelerle dolu. Zebercet’in hayatının ve otelin tarihinin önemli anları, ülkenin siyasi tarihinin dönüm noktalarıyla birebir örtüşür. Bir konak olarak tanzimattan sonra inşa edilen bina 1923’te Cumhuriyet’in kurulmasıyla otele dönüştürülmüştür. Zebercet, çok partili siyasi rejime geçilen 1950’de doğar. 1960’ta sünnet olur (sembolik olarak kastre edilir) ve aynı yıl annesini kaybeder. 12 Mart 1971 olduğu yıl askere gider. Babasının ölümü ve Zebercet’in otel müdürü oluşu 12 Eylül Darbesi’nin gerçekleştiği 1980’e denk gelir. Otel ülke ise, Zebercet de vatandaştır.

Fakat otel sadece çalışılan yer değildir Zebercet için. Otelin 1 numaralı odası, Zebercet’in doğduğu odadır. Oradaki yatakta annesi yatmıştır. Zebercet’in hayalini kurduğu ve otelde 1 gece kaldığını düşündüğü kadın muhtemelen hiç olmamıştır. Otel defterinde kaydı yoktur, adı bilinmemektedir. Ama 1 numaralı odada kaldığını biliriz. Kadının kaydının olmaması, Zebercet’in herkesi kaydettiği düşünülürse, olası görülmemelidir. Zebercet sonradan kayıt defterine 1 numaralı odada ikamet eden kişi olarak kendi adını yazacaktır. Ama Zebercet’in annesinin ismini öğreniriz: Saime. Annesinin olduğunu tahmin edebileceğimiz eski bir fotoğrafta Saime Hanım’ın yüzünü görürüz. Bu yüz, Zebercet’in hayallerini süsleyen kadının (Şahika Tekand) yüzüyle aynıdır. Zebercet annesine aşıktır kısacası, onunla birlikte olmak, onunla bütünleşmek istemektedir. Bu ensest fantazi kabul edilemeyeceği için, annesinin yüzünü hayali bir karaktere monte etmiştir. Zebercet, annesinin geri gelmeyeceğini kabul ettiği anda, hayata dönmek yerine, annesiyle sembolik bir biçimde yeniden bütünleşmeye çalışır. Annesinin odasında, onun yatağının üstünde kendisini asar. Zebercet’i yatağın üstünde boynundan asan ipin, sembolik olarak annesiyle göbek bağına karşılık geldiğini iddia edebiliriz. Zebercet doğduğu ana geri dönmüştür. Doğduğu yatağın üstünde, o göbek bağıyla birlikte sallanmaktadır.

Film, değişimin pek az olduğu bir taşra kentinde (Nazilli) geçer. YTS’nin başlıca özelliklerinden biridir taşraya dönüş. Ama zaten 12 Eylül sonrası ülkenin tümü kültürel anlamda çölleşmiş, ilerleme umudu, gelecek ütopyaları kaybolmuştur. Zebercet, 12 Eylül sonrası ülke aydınına bir ayna tutmaktadır. Giderek yalnızlaşan, atomize olan (erkek) bireyine. Ülke büyük bir karanlığa sürüklenmişti, solun değer yargıları hızla değer kaybetmişti. Birçok sol görüşlü insan kendisini aynı tiyatro sahnesinde fakat birdenbire değişmiş bir metinle başbaşa bulmuştu. Hangisi hayaldi, hangisi gerçek? Eski oyun mu, şimdiki mi? Bıyığının var olup olmadığını bilemeyen Zebercet gibiydi insanlar. Bu nedenle Anayurt Oteli vizyona çıktığında büyük bir karşılık bulmuştu.

Zebercet’in mutluluk hayali, geriye dönüp annesiyle bütünleşmek olmak zorunda mıydı? Bir ütopyası olsa ileri bakabilir ve Ödipal karmaşasından çıkar mıydı? Bunları açıkçası bilemiyorum. Ama filmin, Zebercet’in Ödipal karmaşasıyla, ülkenin siyasi tarihini içiçe geçirerek anlattığı kesin.

YTS’nın erkek karakterlerinin cinselliği tecavüz ya da tecavüze yakın bir tarzda yaşadığından söz etmiştim. Zebercet’in otel çalışanı kadınla (Serra Yılmaz) yaşadığı cinsel ilişki bir tür tecavüzdür. Zebercet kadınla, ona rızası olup olmadığını sormadan, onu tatmin etmeye çalışmadan ilişki kurar. Hatta kadın çoğunlukla uykusundan uyanmamaya karşı direnir bu ilişki sırasında. Adama “Hoşt, köpek!” der ya da Zebercet onun böyle söylediğini hayal eder.

Anayurt Oteli’nin YTS’nin en başarılı yönetmeni olan Nuri Bilge Ceylan’la doğrudan bir bağlantısı olduğunu da söyleyebilirim. Uzak’ta Yusuf (Mehmet Emin Toprak) bir kızı Gezi Parkı’na kadar takip eder. Fakat takip ettiği kız, bir delikanlıyla buluştuğunda Yusuf’un kızla birlikte olma hayalleri suya düşer. Buna çok benzer bir sahne Anayurt Oteli’nde de var. Zebercet, hoşlandığı bir kızı çarşı içinde takip eder ama kız bir delikanlıyla buluşur. Zebercet de hayal kırıklığına uğrar. Ceylan bu sahneyi çekerken aklında Anayurt Oteli var mıydı bilemem. Anayurt Oteli’nin başaramadığı ama YTS’nin büyük ölçüde üstünden geldiği şey ise, özellikle diyaloglarda görülüyor. Anayurt Oteli’nde kalan müşterilerin, kendilerini tanıtma konuşması yapar gibi birbirleriyle sohbet etmeleri, eski Türk sinemasının kötü tortuları. Bunlar aşıldı ama regresif içerik pek de aşılamadı günümüz Türk sinemasında.

(Birgün 17.06.2017)

Başa dön tuşu